12 Haziran 2017 Pazartesi

"VAY SENİ CERRAH PAŞA"



Vay seni Cerrahpaşa 
İçmem suyundan içmem 
Bir dahaki seneye 
Yolcuda gelup geçmem 

Yaş akar gözüm sızlar 
Ne kalur gerisine 
Herkesun bir dersi var 
Durur içerisinde 





“VAY SENİ CERRAH PAŞA…”
                                Emine TAŞTEPE
Gün ışımadan başlar sabah hastanede…Geceden kalma karanlıklara uyanıverirsiniz. Gürültülü bir kapı açılışıyla açılır göz kapaklarınız. Akşamdan kalma yorgunluklar, gece renginde bir elbise olur. Beyaz önlüklü bir hemşirenin siyah sesi. Bıkkınlık…Yorgunluk…İsteksizlik…Bir maske gibi asılı yüzlerinde. Ürküten bir maske. Sevimsiz bir maske. Şefkatsiz bir maske. Merhametsiz bir maske…
Kalkmamak için direnir bedeniniz, ama kalkar. Uyanmamak için direnir gözleniriz, ama uyanır. Beyaz önlüklü bir hemşirenin gözlerinde hafiften bir korku girer içeri çünkü. Elindeki iğne korkutmaz  asla. Korkutan bir azar cümlesidir. İğneden daha çok batar, daha çok kanatır, daha çok can yakar.
Bazen yeni hemşire olmuş bir yüz. Kızınız gibi geliverir ilk anda. Gülümsersiniz, kızınıza gülümser gibi. Sevmek istersiniz onu. Gözlerine değdirmek bakışlarınızı. Saçlarının kıvrımına övgülerde bulunmak. Memleketini sormak. Yaşını sormak. Okulunu sormak. Kızınızla konuşuyor gibi konuşmak. Şefkat bohçanızdan ona da paylaştırmak. Ayakları üşümesin diye bir yün çorap hediye etmek istersiniz.
Beyaz önlüklü yeni hemşirenin yüzünde renklerin en koyusu. Gülümsemelerinizi sus!..turursunuz. Merhametinizi kalbinizin bohçasına acele tıkıştırırsınız. Geriye çekersiniz şefkat çiçeklerinizi. Anne kokunuzu geriye çekersiniz. Üzerine kurşuni bir örtü serersiniz. Kendinizi alırsınız kestane rengi saçların buklelelerinden.
Çatık kaşları sabahın ilk ışıklarını gölgede bırakır. İçinden “Ben bi şey yapmadım.” Desen de, suçluluk bir gömlek olur daim giydiğin.Bi ihtiyaç hissettiğinde, içinde bin cümle kurarsın. Nasıl söylesem kaygısıyla. Terslenmek ağırına gidiyor insanın. Azar yemek, incitiyor ruhunuzu. İlgisizlik, küstürüyor yüreğinizin bahçesindeki bütün çiçekleri.


25 Mart 2017 Cumartesi

SEVMEKTEN KORKMA




SEVMEKTEN KORKMA


Değirmenler çok âşık öğütmüş
buğdaylar una dönmüş olabilir
gemiler çok sevgili kaçırmış
denizler balıkları kıyıya bırakmış
kuyular çok Yusuf s/aklamış
Züleyha'lar kalplerini doğramış olabilir

sen
saçları örgülü tokası kelebekli
etekleri fırfırlı sakızı çilek kokulu
g/özleri aşk dokulu kız
sen yine de sevmekten korkma



 olur mu?....

27 Şubat 2017 Pazartesi

TATLANIYOR HAYAT

     Âh çocuklar gibi ellerimi çırpsam anlayan olur mu beni?

    "Yaşasın yağmur yağdı, kuş uçtu.” diyerek sevinsem hani?..


Zaman şalını gecenin omuzlarına atarken, yürümek geçiyor içimdeki yollardan. Yürüyorum, yağmur sonrası suskunluğun içinden geçerek. Hani  ter kokularından arınmak için duşa gireriz ya? Her yıkanma sonrası, yani ki her arınma sonrası efsunlu bir ferahlamaya bırakırız ya bedenimizi?  Bedenden ruha doğru sirayet eden bir rahatlamanın yumuşacık kucağında buluruz ya kendimizi. Bir anlık bile olsa nasıl güzeldir o his. İşte bu yorgun kent, işte bu terlemiş sokaklar, caddeler, ağaçlar da öyle. O güzelliğin içindeler şu an. Yağmur sonrası bir nefes alma….

En çok yıkanmış kokular cezbediyor beni. İğde çiçekleri. Hanım elleri. Beyaz, pembe, ebruli ve ah kırmızı güller. Beyaz ve kırmızı karanfiller. Itır. Leylak. .. Eşlik ediyorlar bana her attığım adımda ve soluduğum nefeste. Ben onları duydum diye, içime çektim diye seviniyorlar. Şükür ediyorlar varlıkları için bir daha. Ve dudaklarıma kokulu bir gülümseme konuyor. Tatlanıyor hayat…
Fakülte Hastanesinin önünden geçiyorum. Başımı kaldırıp ışıklı camlara bakıyorum. Belki bir hasta refakatçisi, karşılaşıyor bakışlarımız. Gamsız kedersiz olduğumu sanıyordur belki. Yerimde olmak geçiyordur hazan bahçesi yüreğinden. Ah nereden bilsin, kaç kere hasta yatağında hasta. Kaç kere bir hastaya yoldaş olmuştum?  Bir tek Cerrah Paşa’da aylarca “Hey gidi Cerrah Paşa içmem suyundan içmem.” Şarkısını hıçkırıklarla söyleyip yutmuştum. Fark etmiştim ki,  hastanın bana ihtiyacından çok benim ona ihtiyacım vardı, kendi yaralarımı sarmak için.  Sonra,  bir Doğu hastanesinde dillerini bilmediğim insanların bir tek beni “Garip!” diye çağırmalarını anlayabilmiştim. Ve bir Garip’in etrafında pervane olan o güzel bakışlı insanlarla hep bakışarak anlaşmıştım…

Ah yol bitiyor,  eve geliyorum yine. Ama bitmiyor iç caddelerimde yürümeler. Duygularıma sarıp sarmaladığım yağmur, kelimelerimi süslediğim kokular bir yazının kaderi oluveriyorlar…

26 Şubat 2017 Pazar

SESSİZLİK KALBİMİN EN HÜZZAM ŞARKISI


       Gece açtı kalbini yâr,  âh sessizliğimle kıvrılacağım,

       Göğsümdeki cehen/neme sarılıp usulca y/anacağım.



Sessizlik dolduruyor kocaman evimin odalarını. Didişmeleri yok iki kız kardeşin. Şakalaşmaları. Odadan odaya koşturmaları da. Anne!...Nidaları yok. Gömleğimi ütüler misin? Peynirli yumurta kırar mısın? Saçım güzel olmuş mu? Eşarbım düzgün mü anne? Çorabımın tekini gördün mü? Saat kaç? Mantıya domatesli sos hazırlar mısın? Demeler yok şimdi…
Sessizlik bir korku filminin içine çekiyor sanki beni. Korkular salıyor üzerime. Beni alıp götürüyor sanki. Beni yakalayıp tutuyor kollarında. Sessizlik, buzullar üzerinde donmak kadar soğuk geliyor.  Bir kedinin karda ayak izlerini bırakarak sıcak bir yerlere koşturması gibi koşmak geliyor içimden. Sessizlik, bir uçurumun kenarı kadar ürkütücü. Üşüyorum. Koşuyorum. Düşüyorum…
Sessizlik gri bulutlara dönüşüveriyor yüreğimin göğünde. Müzik kanalını son ses açan olmuyor uzun zamandır. İngilizce şarkılar çalmıyor bilgisayar. Alt yazılı film seyreden de yok perdelerini kapatarak odanın. Çay karıştırma sesleri duyulmuyor akşam yemeği sonrası. Çekirdek çıtırtısı da yok. Çifte kavrulmuş leblebiyi seven de. Üçü bir arada kahveler kaldı öylece, alışkanlık ya, almışım işte. İçen yok…
Sessizlik, gidenlerden kalan bir veda mektubu sanki. Açmaya. Okumaya çekiniyorum. Sessizlik, belki  bi başına kalışın bencilce bir kaygısı. Sessizlik, belki yorulan ruhumun en hüzzam şarkısı. Susarak söylüyorum. Suskunluğum dolaşıyor odaların duvarlarında. Gölgelerimin ellerine tutunarak yürüyorum….